Tosya Kültürü

“TOSYA” ADININ EFSANESİ

Efsaneye göre Horasan erenlerinden Hamza Baba yanında dostu Yalınkılıç’la bu topraklara geldiklerinde tarih 1215 yılını gösteriyormuş. Bu bölgeyi o kadar beğenmişler ki yıllarca gördükleri rüyaların gerçekleştiğine inanmışlar, burada kalmağa karar vermişler. Her taraf yemyeşilmiş. Çeşitli ağaçlar, rengârenk çiçek¬ler, cıvıl cıvıl kuşlar, pırıll pırıl akan sular onları adeta büyülemiş. Bu topraklan yurt haline getirebilmek için bütün güçleriyle çalışmışlar, çabalamışlar. Bir gün uzaktan toz bulutunu gören Yalınkılıç: – “Düşman geliyor!” diye seslenmiş. Hamza Baba duymamazlıktan gelmiş. Yalınkılıç tekrarlamış. – Düşman geliyor!” Hamza Baba başını kaldırıp uzun uzun bakmış.- Bayraklarını görmüyor musun? – “Düşman değil onlar, dost ya demiş.” Gelenler Oğuz’un boylarıymış. Onlarla kucaklaşıp, sarmaş dolaş olmuşlar. Kayı’yı Kızgınkaya Tepesi’ne, Bayat’ı Yanıktepe Tepesi’ne, Avşar’ı Eymekul Tepe’ye, Karkın’i Cadıkayası Tepesine, Çepni’yi Bağyaka Tepesi’ne, Kınık’ı Dikmencik Tepesi’ne, Kızılcayı da Karakaya Tepesi’ne yerleştirmişler. O gün söylenen “dost ya” kelimesi daha sonra     “dos¬ya” şeklini almış. Zamanla “Dostlar Şehri ” anlamına gelen “TOSYA” diye söylenir olmuş.

İKİ TEPE EFSANESİ

Zincirlikuyu Köyü’ne gidenler oraya var¬madan önce Devrez’in kıyısında iki tepe görürler. Onlar için şöyle bir efsane anlatılır. Türk ordusu doğu tarafına sefere giderken yollan Zincirlikuyu Köyü’ne uğrar. Başlarındaki kumandan, herkesin bir avuç toprak alıp bir yere yığmalarını ister. Koydukları topraklar bir tepe oluşturur. Ayni yolla savaştan dönen askerler, yine bir avuç toprak koymak suretiyle yeni bir tepe yaparlar. Giderken yaptıkları tepe büyük, gelirken kurdukları tepe küçükmüş. Aradaki fark şehit olan asker adedini gösteriyormuş.

YILANKAYA EFSANESİ

Dikmen Köprüsünün karşısındaki Tülüce tepesinde taştan bir yılan kalıntısı vardır. O kayanın adi “Yılankaya”dır. Efsanesi ise şöyledir. Namaza duran genç kız, bir ara önüne doğru bir büyük yılanın geldiğini görür. Çok zor durumdadır. Namazdan da çıkamamıştır. İçinden dua eder. “Allah’ım, ya onu taş et, ya beni kuş et” diye. Yılan taş olur.

MALKAYA EFSANESİ

Kuzyaka Mahallesi’nin ilerisinde Malkayası vardır. Burada bulunan tüneller çok dardır kolay kolay geçit vermezler. Başlangıcı bellidir ama sonu yoktur. Efsaneye göre ona seslenir¬ler. – “Malkayası mal ver.” Bir ses duyarlar: – “Gel de al.”

SANDIKKAYA EFSANESİ

Çepni Köyü’ne giden yolda Sandıkkaya vardır. Efsanesi şöyledir. Köye gelin götürür¬ken yollarını eşkıya keser. Gelinin çevresinde¬ki alayda kim varsa öldürürler. Sıra ona gelmiştir. Geride gelinin namusu ve bir de tüm eşyasını koyduğu sandığı vardır. Sandığa sıkı sıkı sarılır ve “Ya Rabbim, yardım et” diye can havliyle haykırır. Sandık kimsenin uzanamayacağı kayanın üstünde kalır. Taş haline gelir. Gelini ise bir daha gören olmamıştır.

YEDİ KARDEŞ EFSANESİ

Efsane bu. Ilgaz Dağının Hacet Tepesi’nde yedi kardeş yaşarmış. Beşi erkek ikisi kız olan kardeşlerin hepsi evliyadanmış. Bir gün en bü¬yükleri bir teklif getirmiş. “Birer taş alalım. Atalım. Nereye düşerse ölünce oraya yatalım”. Kabul etmiş kardeşleri. Taşları teker teker atmışlar. Biri Benli Sultan Köyü’ne düşmüş. Orada Benli Sultan yatıyor. İkisinin attığı taş yere düşmüş, orada kalmış. Hıdırlık’ta iki kız kardeş yatıyor, Ünzile ve Tenzile. Diğerleri ise Tekke önü’nde Kesikbaş, Pınarbaşı Mahallesi’nde Karabaş Şeyh, Acıkavak’ta Murat Baba yatıyor.

KIZ EVLİYA EFSANESİ

Düşman kuvvetleri şehri bastığında, bütün eli silah tutanları öldürmüşler. Kız Evliya başarıyla direnmiş ama zamanla gücü tükenmiş. Namusunu korumak için kendini İbecin Yarından aşağı atmış. Öldüğü yere gömülmüş. Onunla ilgili anlatılan efsane böyledir.

KESİKBAŞ EFSANESİ

Savaşa katılan Kesikbaş’ın vuruşma sırasında kellesi düşman kılıcıyla kopar. Ruhunu Allah’a teslim etmiştir. Başını düşmana verme¬mek için kalkar, koltuğuna alır, Tekkeönü’ndeki mezarlığa gelir, oraya yatar. Onun efsa¬nesi de böyle anlatılır.

GEYİKLİ CAMİ EFSANESİ

Şarakman Köyü’nde Geyikli Cami var. Divan camii tipinde yapılmış. Tarihi belli değil. Efsaneye göre, şimdiki caminin karşısındaki düzlüğe köylüler cami yapmak için ağaçları getirip yığmışlar. Ertesi sabah bakmışlar ki o yerdeki ağaçlar karşıya dizilmiş. Köylüler bunun bir işaret olduğuna karar vermişler. Camiyi oraya yapmışlar. Orada bu işin geyikler tarafından yapıldığı inancı var. O yüzden cami “Geyikli Cami” diye adlandırılıyor.

TEKKE  HAMAMI EFSANESİ

Şeyh İsmail Rumi halktan kendisine at ve öküzlerini vermelerini ister. Ne yapacağını bilmediklerinden ve hayvanlarına zarar gelme¬sinden korktukları için vermezler. Buna üzülen şeyh geceleri hamamı yapmaya baslar. İnşaatın hızını görenler hayret etmişlerdir. Kimse yardım etmemiş, at ve öküzlerini vermemişlerdir. Malzemelerin nereden ve nasıl geldiğine akıl erdirememişlerdir. Merak edip gözetler¬ler. Elik ve geyikler sırtlarında geceleyin malzeme taşıyorlar. Yaptıklarından pişman olmuşlardır ama iş işten geçmiştir. Halk arasında Tekke Hamamı ile anlatılan efsane böyledir.

KÜÇÜK  HAMAMDAKİ CİN  EFSANESİ

Abdurrahman Paşa Camii’ne (Yeni Cami) namaz kılmağa gelen cema¬at horoz sesi duyarlar. Ses vardır, horoz yok¬tur. Hamamın o zamanki yeri çöplükmüş. Ka¬zarlar ve altından hamam çıkar. Horozun bu delikten aşağı düştüğü anlaşılmıştır. Hamama girilir ama halvetin yanındaki odaya girenler çarpılır ve delirir. Bu yüzden o oda kapatılır ve kapısı çivilenir. Tosya’ya gelen Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin hamama git-mek istediğini söyler. Küçük Hamam’a (Vikvik Hamamı) götürürler. Hamama giden hoca kapalı kapıyı görür ve sebebini sorar. Olanları duyunca kapıyı açmalarını ister. Açtırır. Odaya girer girmez içeriden gürültüler feryatlar gelir. Elinin baş parmağı taşı deler ve içine gömülür. Uzun yıllar parmak izi olan kurna yerinde du¬ruyordu. Hamamın restorasyonu sırasında bu kurna  kaldırılmıştır. Geride yalnız efsanesi kalmıştır.

HIZIR’IN AYAK İZİ  EFSANESI

Çukur Köyü Akkoylar mevkiinde bulunan bir taş üzerinde insan ayağının izi var. Efsane¬ye göre bu ayak izi Hızır Aleyhisselam’a aitmiş.

TİRİDİNE BANDIM

Oyunun Öyküsü

Oyun hakkında değişik rivayetler vardır. Birisinde bir sohbet esnasında iki aşık arasında yarışma şeklinde sözler meydana çıkmıştır, ikinci rivayet ise şudur: Eskiden Tosya halkı ticaret maksadı ile sürekli olarak saz dağını asarak Çankırı tarafında “Öteyüz” denilen yöreye giderlermiş.

Ekonomik ilişkilerinin yanında bu bölge ile sosyal ilişkilerde de gelişme görülür. Bu yüzden oyunda Ka¬radeniz Bölgesinden ziyade İç Anadolu Bölgesi’nin etkisi görülür. Rivayetimiz şöyle: Asığın biri Öteyüz’e giderken Fazlı isminde bir çobanla karşılaşır. Çoban orada sığır otlatmaktadır. Aşığı elinde saz ile görmüştür.

Kendisi de yalnızlıktan canı sıkılmıştır. Aşığı yanına çağırır, kedisine bir şeyler çalmasını ister.

Âşık pekala der, fakat aklına çalacak bir şey gelmez. Tam o esnada aşık vatandaşın birisinin öküzleri ile beraber çift sürmeye gittiğini görür Bundan esinlenerek:

Sabahleyin erken çifte giderken,
Öküzüm torbadan düşmüş gördün mü?
Amanın Fazlım.

Daha sonra sığırların içerisindeki mandaya gözü takılır:

Manda yuva yapmış söğüt dalına,
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü?
Amanın Fazlım.

Dönüşte bir sohbet esnasında bu durumu dile getirir. Halk arasında hikaye şeklinde söylenir. Musiki Cemiyetinin kurulmasından sonra Hakkı Berber bu sözleri toplayarak bir araya getirir. İsmail OKUR (Nayipoğlu)’da tiridine bandım nakaratını ekleyerek bestesini yapar. Mustafa Başefe (Akçak) ve arkadaşları da bunu oyuna dönüştürerek folklorumuza kazandırırlar. O günden bu güne çalınır, söylenir, oynanır.
Sözleri:
Sabahleyin erken çifte giderken, aman aman
Öküzüm torbadan düşmüş, gördün mü? amanın yandım
Tiridine tiridine, tiridine bandım
Bedavamı sandın, para vidim aldım.

Manda yuva yapmış söğüt dalına, aman aman
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü? amanın yandım.
Tiridine tiridine, tiridine bandım
Bedavamı sandın, para vidim aldım.

Aşağıda pınar güzellerin yoludur, aman aman
Tosya’da kuşağı ince belin gülüdür, amanın yandım.
Tiridine tiridine, tiridine bandım
Bedavamı sandın, para vidim aldım

Yöresi : Tosya
Güfte : Hakkı BERBER
Derleyen : M. SARISÖZEN
Tarihi : 22.06.1973

BEYLER BAHÇESİ

Oyunun Öyküsü: Eskiden beri oynanmaktadır. Tosya zeybeği diye bilinmekledir. Altı oyuncu ile oynanır. Mustafa Başefe ve arkadaşları oyuna resmi bir hüviyet kazandırmışlardır.
Rivayete göre İstiklâl Harbi sırasında Ege bölgesinde askerlik yapan bir genç efelerden etkilenir. Uzun yıllar bu bölgede mücadele vermiştir. Geri döndüğünde kimsesinin kalmadığını görür. Bu duruma son derece üzülerek bu türkünün sözlerini terennüm eder. Sonraları bu sözleri oyuna dönüştürür. Zeybek türünde oynamasa başlar.

Sözleri:

Beyler bahçesinden atlayamadım.
Cephanem döküldü toplayamadım,
of Düşmanım geliyor haklayamadım
Yüksek minareden attım ben bir taş
Ne anam var, ne babam, ne gardaş
mimden sonra beşli martin arkadaş

Güfte : Belli değil
Beste : Belli değil

DEĞİRMENCİ

Oyunun Öyküsü: Bu oyun erkekler tarafından düzenlenmiş, erkekler tarafından oynanan bir oyundur. Bu oyunun ortaya çıkmasında Çankırı yarenlerinin etkisi görülür. Bir düğün toplantısında erkekler kendi aralarında eğlenirken erkeklerden bir tanesi zenne kıyafetine bürünerek toplantı yerine gelir. Bu toplulukla değirmencilik yapmakta olan bir genç vardır. Ona güzel sözlerle yarenlik ve atıfta bulu¬nur. Mustafa Başefe ve arkadaşları bu durumu bu oyunla sembolize ederler. Oyun Beyler Bahçesi oyununun ekibi ile oynanır. Beyler Bahçesi oyunundan sonra bu oyuna geçilir. Zenne kıyafetindeki oy¬uncunun yanında onu koruyan bir de arkadaşı bulunur. Değirmencinin zenneye karşı taşkınlık yapmasını önlemeye çalışır. Sonunda zenne değirmenciyi ikna eder. Çarşamba oyununa geçilir.

Sözleri:
Değirmenci, amanın yallah yallah değirmenci,
Sırma gibi saçlar
Kalem gibi kaşlar
Hep senin olsun
Öğüt öğüt buğdayımı
Olmaz kadıncık olmaz.
Oluklarda su durmaz.
Arkadaşlar razı da olmaz.
Al git buğdayını

Değirmenci, amanın yallah yallah değirmenci.
Elma gibi yanaklar
Kiraz gibi dudaklar
Hep senin olsun
Öğüt öğüt buğdayımı
Olur kadıncık olur
Oluklarda su durur
Arkadaşlar razı da olur
Senin buğday un olur.

Yöresi : Tosya
Güfte : Mustafa Basefe
Beste : Belli değil

ÇARŞAMBA

Oyunun Öyküsü: Tosya düğünlerini tanıtan bir oyundur. Bu oyunda düğünlerin hafta boyunca devam ettiği, her günün ayrı bir öneminin olduğu belirtilmektedir. Bilhassa Çarşamba günü yapılan törenlerde çok dile getirildiğinden ve oynandığından Çarşamba adini almıştır. İki kişi ile oynanan kıvrak figürlü bir oyundur. Oyunlarımıza başlarken bu oyunla başlanır ve bu oyunla bitirilir.

Sözleri: 
Çarşambadır Çarşamba
Yarın günden Perşembe
Çarşambayı şaşırma
Perşembeye kaçırma

Hoppala yavrum yaz geldi
Çarsıya kiraz geldi
Aldım beş okka kiraz
O da yâre az geldi

Değirmenin bendine
Döner kendi kendine
Değirmende üç kız var
Biri benim dengime

Derler güzelsin derler
Derler oynaksın derler
Ah şu güzele kim derler
Ona bulgurlu derler

Dam üstünde kartal
Kartal kanadın dartar
Dul garıdan gız alma
Çeker yakanı yırtar
Desinler de desinler

Dilini de dişini de yesinler
Tek meşenin dibinde
Kız oynatmış disinler

Güfte : Belli değil
Beste : Belli değil

ORTAK BENİM HAKKIMI YEME

Oyunun Öyküsü: Çarşamba günü kına törenlerinde ortaya çıkmış bir türkü ve oyundur. Saim Oruç ve Mustafa Karaman bu derlemeyi yaparak oyun olarak folklorumuza kazandırmışlardır.

Bu oyunla genellikle yaygın olan ortaklık müessesinin istenilen bir şekilde yürümemesini  oyun ve sözlerle ifade etmeğe çalışmışlardır.

Sözleri: 
Bir kişiyle ortak oldum
Neşe gitti gamla doldum.
Sonunda mevlayı buldum
Ortak benim hakkımı yeme

Ortaklığı sen istedin
Defterle hile ettin
Adaleti nereye deptin
Ortak benim hakkımı yeme

Bir anahtar sende idi
Bir anahtar bendi idi
Üçüncüsü kimde idi,
Ortak benim hakkımı yeme.

İnkâr etme gel şekerim
Tersine döndü tekerim
Altun dişini sökerim
Ortak benim hakkımı yeme

Beraber açlık lokanta
Her gün süründün lavanta
İşin gücün hep avanta
Ortak benim hakkımı yeme

İkimiz açtık oteli
Sonra olduk mahkemeli
Güldürdün kendine eli
Ortak benim hakkımı yeme.

Yöresi : Tosya
Güfte : Mustafa Karaman – Saim Oruç
Beste : Belli değil

HELESA

Hepimizin bildiği gibi her yörenin kendine özgü gelenek ve görenekleri vardır. Bütün bunlar uzun yıllar sonunda oluşmuşlardır. Bu adetler bir yöreyi tanımada bizlere sunulmuş ipuçlarıdır. Tosya düğünü de bu adetlerin bir bölümüdür. Bu bölümün enteresan olanda helesadır. Salı gecesi gelin ve damat evlerinin bayanları arasında düğün eğlenceleri yapılır. Gelenler topluca eğlenirler. Çarşamba günü gelinin eline kına yakılır. Kınadan sonra peştamal adi verilen bir çeşit örtü örtülerek ortaya gerilir. Bu sırada bayan hocalar tömbek denen musiki aleti eşliğinde ilahi söylerler. Gelinin çok yakini peştemalı kaldırıp gümüş tarakla saçını tarar. Önce aile efradı ve yakınları mücevher veya para koyarlar. Sıra komşulara tanıdıklara gelmiştir. Hediye işi bittikten sonra helesaya geçilir. Gelin bir sandalyeye oturur. Sandalyenin etrafına iki tarafın gençleri toplanır. Aşağıdaki maniyi söylerler:

Bismillahi başlıyalı
Biz bu işi işliyeli
Usanmadan boşluyalı
Helesa helesa Helemolayısa
Bi gözel olsa
Goynuna girse
Girse girse

İstanbul’un minaresi
Helesa helesa
Ezan okur imamesi
(Helesa)
Annesinin bi tanesi
Helesa helesa Helemolayisa
Bi güzel olsa
Goynuna girse
Girse girse
İstanbul’dan gelü gayık
Kimi zeroş kimi ayuk
Oğlan gıza olmuş aşık
Helesa helesa
Helemolayısa
Bi güzel olsa
Goynuna girse
Girse girse

İstanbul’da bi guyu va
İçinde datlı suyu va
Her gözelin bi huyu va
Helesa helesa
Helemolayisa
Bi güzel olsa
Goynuna girse
Girse girse

Aşurma gızım aşurma
Aşı başından daşurma
Gaveyi hafif bişirme
Helesa helesa Helemolayisa
Bi güzel olsa
Goynuna girse
Girse girse

İstanbul’un bayırına
Helesa helesa
Gadı goymuş çayırına
Helesa helesa
Anan baban hayırına
Helesa helesa
Helemolayisa
Bi güzel olsa
Goynuna girse
Girse girse

Bizim yaylalar otlu olu
Südü gaymağı datlı olu
Bizde gizla giymetli olu
Sevdiğim bi ay
Sevecek sohbet seni
Düğünü ahret bizimdü
Düğünü ahret bizim

Giyonun giydigü atlas
Atlasa iğneler batmaz
Giyo kimseden gorkmaz
Sevdiğim bi ay
Sevecek sohbet seni
Düğünü ahret bizimdü
Düğünü ahret bizim

Babamin öküzü besdü
Birisi birine esdü
Gız anasının emeği boşdu
Sevdigim bi ay
Sevecek sohbet seni
Düğünü ahret bizimdü
Düğünü ahret bizim

Bag budarım bag budarim
İçinde keklik güderim
Gız seni alu giderim
Sevdiğim bi ay
Sevecek sohbet seni
Düğünü ahret bizimdü
Düğünü ahret bizim

Bizim yaylalar oluklu
Akar balıklı balıklı
Ak göğü çapraz ilikli
Sevdiğim bi ay
Sevecek sohbet seni
Düğünü ahret bizimdü
Düğünü ahret bizim.
Yöresi : Tosya
Notaya Alan : Erol SEVDİ

ZELZELE DESTANI

Tosya’da yaşayanlar da büyük sevinçlerden ve felaketlerden etkilenmiş, şairleri de bunlar destan şeklinde dile getirmişlerdir. Destanlar o günün acılarını, mutluluklarını unutul¬mayan şiirler halinde bize ulaştırmışlardır. Tosyalı 27 Kasım 1943 yılında meydana gelen depremde 820 evlâdını kaybetmiştir.

Bunun acısı yüreklerden silinmemiş ve bu olay Tosya’da bir tarih başlangıcı olarak yıllarca kullanılmıştır. Tabi olarak bu acılar şairleri de duygulandırmış ve destanlar yazmışlardır.

Bunlardan biri de şair Hüseyin Avni BAZLAMATÇI’dır.

1

Yetişin imdada yaren kardeşler
Kurban kılıncını çıldı Tosya’ya,
Garkoldu toprağa nice yurttaşlar
Can ufkundan ecel saldı Tosya’ya.

Bindokuzyüzkırküç ikinci teşrin
Tarife gelmiyor bir derdimiz bin,
Nasıl anlatalım insü melek cin
Kıyametten bir hal oldu Tosya’ya.

Derin uykularda dehşet zelzele
Yıktı harap etti vahşet zelzele,
Bıraktı bizleri hasret zelzele
Hicran badesini doldu Tosya’ya.

Zelzele kimseye aman vermedi
Kaçıp kurtulmaya zaman vermedi,
Çoluğa çocuğa meydan vermedi
Cihan hayretlerde kaldi Tosya’ya.

Avniya titredi heybet elinden
Göçtü kaşaneler kudret elinden,
Can verdi çokları mihnet elinden
Taktı kisbetini daldı Tosya’ya.

2

Kudret kılıncını hicran zelzele
Amansız bağrına çaktı Tosya’nın,
Ezdi harap etti figan zelzele
Hasret sinesini yaktı Tosya’nın.

Nice kardeşlerden ayrı düşürdü
Nice ciğerleri yaktı pişirdi.
Nicelerin aklın aldı şaşırdı
Felaket ufkundan baktı Tosya’nın.

Avniya durmayıp hicrana ağlar
Gitti yüzlerce can kurbane ağlar.
Öksüz yetim garip her cana ağlar
Felek bağ bahçesin yaktı Tosya’nın.

3

Ey yük yük has pirinç bağlayan Tosya
Ey dertliler derdin sağlayan Tosya,
Viran bağ bahçesi ağlayan Tosya
Hasreti yürekler dağlayan Tosya.

Bindokuzyüzkırküç teşrinisani
Yirmiyedisinde uyku zamanı
Gece saat yedi, her taraf fâni
Viran bahçesi ağlayan Tosya
Hasreti ciğerler dağlayan Tosya.

Cuma gün gecesi oldu zelzele
Derin uykularda koptu velvele
Rabbim göstermesin böyle bir çile
Viran bahçesi ağlayan Tosya
Hasreti yürekler dağlayan Tosya.

Ey Tosya, bülbülün bağın nicoldu
Uzanmış ormanın dağın nicoldu
Hastalarin nasıl, sağın nicoldu
Viran bahçesi ağlayan Tosya
Hasreti yürekler daglayan Tosya.

Hastane fabrika köyün civarın
Kışa döndü yazın, güzün baharın
Hani yeni cami kal’a hisarın
Viran bahçesi ağlayan Tosya
Hasreti ciğerler dağlayan Tosya.

Baktım dört yanına kabristan olmuş
Seyrangâh yerlerin hep viran olmuş
Her halin ağlatır bir destan olmuş
Viran bahçesi ağlayan Tosya
Hasreti yürekler dağlayan Tosya.

Çok haneler söndü çoğu kapandı
Hasret firkat gönül ateşe yandı
Allah sadaları arşa dayandı
Viran bahçesi ağlayan Tosya
Hasreti yürekler dağlayan Tosya.

Avniya, dert ile ağlayanlara
Hak rahmet eylesin ölen canlara
Geçmiş olsun sana, sağ kalanlara
Viran bahçesi ağlayan Tosya
Hasreti yürekleri dağlayan Tosya.

Yazan: Hüseyin Avni BAZLAMATÇI (Tosya 1908-1966)

Yer depremi…
Eski adi ile “zelzele”… Belki insanların karsılaşabilecekleri “tâbi’i afetler arasında en fecîsi, en korkuncu, en dehşetlisidir deprem… Ölmeden mezara girmek ve o mezarda son nefesini verinceye kadar günler¬ce beklemek… Bu yerin altına girenlerin felâ¬keti… Ya üstünde kalanlar?… Soğuk, karlı kış gecelerinde, zifir gibi karanlıkta, belki üstünde bir pijama bile olmaksızın sokağa fırlamış ve yeraltında kalan sevgi¬lilerini kurtarmak için tırnakları ile toprağı eşmeye, beton blokları kaldırmaya çalışan zavallılar… Rıfat Ilgaz’ın mısraları ile TOSYA ZELZELESİ’NDEN bir bölüm:

Bu aksam başı dumanlı Ilgaz’ın
Devrek’in üstünde bulutlar,
Havada yağmur ağırlığı…
Kepenkler erken çekildi,
Hanönü’nden dağıldı memurlar
Kısa kesti paydos düdüğünü
Çeltik fabrikası…
Sustu dokuma tezgâhları
Durdu iki bin mekik
İki bin dokumacı vardı uykuya
Saat biri otuzbeş geçiyor…
Köpekler silkindi uykudan…
Değişti bir anda manzara,
Canlı cansız devrildi ne varsa ayakta,
Yok oldu insan emeği…
Döküldü sokaklara insanlar
Ölüler kaldı yerinde…
Vakitsiz giden hastalarına
Üzülecek hemşireler kalmadı…
Sağ kalan çocuklarımız bir daha
Karşısına çıkmayacaktır Öğretmen Kâzım’ın.
Çocuğunu emziren kadının
Soğudu memesinde sütü…
Kimler dönecek köyüne,
Hana sağ inenlerden;
Yolcular yataklarında gömülü
Atlar ahırda ölüdür.
Bozuldu tezgâhlar, düzenler,
Mekik tutan eller kırıldı;
Yarın Çeltik Fabrikası işbası çalamaz,
Artık uyandıramaz çalsa da
Yedi yüz Tosyalı’yı uykudan!

Yazan: Rıfat ILGAZ